31 Ağustos 2009 Pazartesi

BEBEK BESİN GRUPLARI

FOSFOR

Kalsiyumun vücuda yararlı hale dönüşmesini sağlar. Normal bir beslenme, gerekli fosforu almaya yeter. Peynir, süt, yumurta sarısı en iyi fosfor kaynaklarıdır.

GLÜSİDLER, KARBONHİDRATLAR, ŞEKERLER

Bunlar enerji veren gıda maddeleridir. Yaşamak için enerji harcamanız gerekir. Beşiğinde yatan bir bebek fazla hareket etmemesine rağmen çok enerji harcar. Bunun için şekere ihtiyacı vardır. Şekerin her gramında 5 kalori vardır.

İki tip şeker vardır:

Hızlı şekerler: Şeker kamışı, şeker pancarından elde edilen şekerler balda meyvede bulunan şekerlerdir.
Ağır şekerler: Pirinç, makarna, ekmek ve genel olarak bütün nişastalı gıdalarda bulunur.
Birinci tür şekerler hızla kana karışırlar,ikinciler ise ağır ağır emilirler. İkinci tür şekerler tercih edilmelidir.

İYOT

Tiroit bezinin çalışması için gereklidir.Bu bez boyunda bulunur, en önemli işlevi enerji kullanımını kontrol etmektir. Normal bir beslenme düzeninde, iyot yeterince bulunur. İyot, özellikle balıkta çok vardır.

KALORİLER

Vücudun ihtiyacı olan gıda miktarı, kalori ile ölçülür. Gıdaların besin değeri de kalori ile ifade edilir. Örnek: Bir oduncunun günlük ihtiyacı 4500 kaloridir, yeni doğmuş bir bebeğinki ise kilo başına 120 kaloridir. 2 ila 6 aylık bebeğinki 110, 6 ila 12 aylık bebeğinki 100, 1 yaşından 3 yaşına kadar ise 90 kaloridir. 1 litre anne sütünde (ve inek sütünde) 700 kalori vardır.

KALSİYUM

Kemiklerin sağlamlığında büyük rol oynar. Bebeklerin iskeletlerinin oluşması için kalsiyum çok gereklidir. En çok kalsiyum içeren gıdalar süt ve sütlü maddelerdir. İnek sütü, anne sütüne nazaran 3-4 kat daha fazla kalsiyum içerir. Ama bu kalsiyumun bebek bünyesine geçişi çok zordur. Kremada gravyer, kaşar peynirlerinde de bol kalsiyum bulunur. Kuru incir,kuru fasulye,karnabahar, tere de kalsiyum içerir, Vücudun kalsiyumu alabilmesi için fosfora ve D vitaminine ihtiyacı vardır.

KATKI MADDELERİ

Piyasada satılan gıda maddelerinin çoğunda bir veya birden fazla katkı maddesi bulunur. Renklendirici, koyulaştırıcı, koruyucu, koku verici, vb. Bu maddeler doğal veya suni olabilirler. Kullanımları yasalara bağlıdır. Kod numaraları paketlerin üstünde yazar. (E harfi ve 3 rakam) Bu maddelerin yararları ve zararları tartışılabilir ama bazılarından özellikle uzak durmak gerekir. E100, E180 kodlu renklendiriciler, kuru yemişlerde kullanılan sülfitlerdir. E250, E251 tuz adı vermekte kullanılan nitrat ve nitritlerdir.

MADENİ TUZLAR

Besinlerden alınan başlıca madeni tuzlar şunlardır:tuz, kalsiyum tuzu, fosfor, demir, iyot, potasyum.

OLİGO ELEMENTLER

Vücudumuzda çok küçük miktarlarda bulunan minerallerdir. Biyokimyasal açıdan çok gereklidir. Oligo elementler, bakır, çinko, kobalt, manganez, gümüş alüminyum, molibden, selenyum olarak sayılabilir. Bunların eksikliği, ya beslenme bozukluğu, ya da sindirim sisteminin bunları absorbe edememesinden kaynaklanır. Bebeklerde oligo element eksikliği, erken doğum halinde, kötü beslenme, bağırsak hastalıkları olduğu zaman ortaya çıkar.

POTASYUM

Şekerlerin vücuda yararlı hale gelmesini sağlar. Vücutta bulunan tuz miktarı, potasyuma bağlıdır. Yani az tuz alan bir vücut (örneğin vejetaryen bir kişide) tüm tuzunu kaybeder. Sağlıklı bir beslenme düzeninde yeterince potasyum vardır.

PROTEİN veya PROTİDLER

Vücudumuzu inşa eden maddedir. Bu yüzden, protein çocuklar için gereklidir. Protein sütte, ette, peynirde, balıkta, yumurtada, tahıllarda, baklagillerde vardır. Proteinler, gram başına 4 kalori içerirler.

Çocuk proteinsiz büyüyebilir mi? Yani vejetaryen rejim uygulanabilir mi? Bu rejimde, et ve hayvansal proteinler (süt ve yumurta) yenmez, nebati proteinler (soya,badem) yenir. Bu rejimi hiç tavsiye etmiyorum, hatta zararlı olabileceğini bile düşünüyorum. Büyümekte olan bir bebek, böylesine dengesiz bir beslenme ile gelişemez.

Buna karşılık, et ve balık verilmeden ama başka hayvani proteinler (yumurta,süt) ilave edilerek hazırlanmış bir rejim, çocuğun gelişmesini tehlikeye atmaz.

Ne kadar protein verilmeli? Uluslar arası sağlık örgütlerinin tavsiyelerine göre 0 ile 2 aylık bebeklere günde kilo başına 2, 4 gram , 2 ila 6 aylık bebeklere günde, kilo başına, 1, 7 gram, 6 ile 12 ay arası günde kilo başına 1, 2 gram, 1 ile 3 yaş arasındaki çocuklara günde kilo başına 0, 9 gram protein verilir.

SELÜLOZ

Ağırlığı ve hacmi sayesinde bağırsakların çalışmasına yardım eder, bu açıdan çok gereklidir. Selüloz meyve ve sebzelerde bulunur.

SODYUM KLORÜR

Mutfakta kullandığımız tuzun kimyasal ismidir. Vücudumuzun tuza ihtiyacı vardır. Çünkü, tuz vücuttaki suyun hareket etmesinde rol oynar. Ayrıca, tuz midedeki asitlerin salgılanmasını sağladığı için hazmı kolaylaştırır. Aşırı tuz zararlıdır çünkü yetişkinlerde yüksek tansiyona neden olur. Bebeklerin mamalarına da fazla tuz konulmamalıdır.

VİTAMİNLER

Yağlar, şekerler, proteinler, kalori kaynağıdır yani enerji verirler. Vitaminler ve mineraller kalori vermezler. Onların görevi, kalori veren besinlerin vücut tarafından kullanılmasını sağlamaktır. Vitaminler çok çeşitlidir:


A VİTAMİNİ: Çocuğun büyümesinde ve mikrobik hastalılıklarla savaşmasında önemli bir rol oynar. A vitamini, havuçta, maydanozda, kayısıda, tereyağında, balık yağında, yumurta sarısında, ciğerde, sardarya balığında bulunur.

B VİTAMİNLERİ: B vitaminleri çeşitlidir: B1,B2,B6,B12,vs... B vitaminleri, sinir sisteminin, kasların, sindirim sisteminin, kanın sağlığı üzerine etkisi vardır. Bitkisel ve hayvansal gıdaların hemen hemen tümünde bu vitaminler bulunur. Özellikle buğday ve ciğerde çok vardır.

C VİTAMİNİ: Bu vitaminin kimyasal işlevi çok önemlidir. C vitamini eksikse, kanamalar, yorgunluk, ağrılar ortaya çıkar. Eski zamanda, gemiciler denize açıldıkları zaman, skorbüt denilen bir hastalığa tutulurlardı. Dişleri dökülür, ciltlerinin üstünde kırmızı kan lekeleri belirir, bitkin düşerlerdi. Bunun nedeni, C vitamini eksikliğidir. Artık bilinmektedir ki yalnızca konservelerle beslenen kişilerin bol bol limon, portakal gibi meyveler yemesi gerekir. Artık, skorbüt hastalığı ortadan kalkmıştır. C vitamini, sıcakta ve açık havada yok olur. Çabuk ve üstü kapalı olarak pişirilirse, besinlerde bir miktar C vitamini kalır.


100 gram taze meyvede bulunan C vitamini miktarları (mg olarak): Limon, portakalda 45, greyfurtta 40, Frenküzümü 35, mandalinada 30, frambuazda 25, ananasta 24, domateste 23, Ayı üzümü 16, olgun muzda 10, kiraz,şeftalide 8, kavunda 6, erik ve elmada 5, üzüm,kayısı,armutta 4,incirde 2. Kivi, 300 mg ile, en fazla C vitamini içeren meyvedir.


D VİTAMİNİ: D vitamini eksikliği raşitizme neden olur. Kalsiyum ve fosforun bünye tarafından emilmesine yarar. D vitamini, güneşin ültraviyole ışınlarının, deriye temasıyla oluşur. Ayrıca balık yağı da D vitamini açısından çok zengindir çünkü balıklar, güneş gören yosunlarla ve hayvanlarla beslenir.
Şehirlerde, sis ve hava kirliliği, güneş ışınlarını engellerler. Bu yüzden kış mevsimlerinde çocuklara D vitamini verilir... Esmer, koyu tenli çocukların D vitamini ihtiyacı daha fazladır.

Bu saydıklarımızın dışında, başka vitaminlerde vardır. E vitamini büyümede, K vitamini kanın pıhtılaşmasında, P vitamini damarların sağlamlığında, folik asit, sinir sisteminin direncinde rol oynar. Dengeli bir beslenme, çocuğun vitamin ihtiyacını karşılamak için yeterlidir.

YAĞLAR

2 türlü yağ vardır:

Bir besin maddesinin yapısının içinde olan yağlar: bunlar en çok sığır etinde bulunur.
Saf halde bulunan yağlar: Bu yağların bir kısmı hayvani, (tereyağı), bir kısmı da nebatidir.(bitkisel)


Yağların bazıları temel yağlardır, vücut bunları üretmez gıda yoluyla alınması gerekir. Bunlar doymamış yağlardır. En önemlisi linoelik asittir, bu asit beynin ve sinir siteminin oluşmasında temel bir rol oynar. Doymamış yağlar, ay çiçeği, soya, mısır yağlarında bulunur. Anne sütünde, doymamış yağ vardır. İnek sütündeki doymamış yağ oranı anne sütüne nazaran çok azdır. Bu yüzden hazır bebek sütlerine bu yağlar ilave edilir.

Yağlar çok besleyicidir: 1 gramında 9 kalori vardır. A ve D vitaminlerinin vücut tarafından emilmesinde büyük rol oynarlar. Ancak, yağların hazmı zordur. Bu yüzden pişmiş yemeklerin yağ emmemiş olması gerekir. Yemek pişirilmeli, yağ sonradan ilave edilmelidir. Yağ sıcaksa mideyi tahriş eder. Tekrar tekrar ısıtılması daha da kötüdür.

Çikolata, badem, ceviz, zeytin de bu tür yağlar vardır. Günümüzde fazla yağlı yemenin kalp ve damar hastalıklarına yol açtığı bilinmektedir. Bu yüzden çocuğun beslenmesinde de yağ ölçülü olarak kullanılmalıdır.

Kaynak:Çocuğumu Büyütüyorum, Laurence Pernoud, E Yayınları

BEBEK ALIŞVERİŞ SİTELERİ...

EVET HERKESİN MERAK KONUSU.İNTERNETTEN ALIŞVERİŞ.

ARKADAŞLAR ŞİMDİYE KADAR BİRÇOK ALIŞVERİŞ SİTESİ KULLANDIM.ŞİMDİ SİZLERLE PAYLAŞACAĞIM SİTELERDE HİÇBİR SORUNLA KARŞILAŞMADIM.,

www.hepsiburada.com
www.hizlial.com
www.e-bebek.com
www.bebekmarket.com
www.bebeshop.com.tr
www.toyiki.com.tr
http://market.anneyiz.biz/
www.partidunyasi.com

hepsinden alışveriş yaptım.hiçbir sıkıntı ile karşılaşmadım.

6 AYDAN BÜYÜK BEBEKLER NEDEN AĞLAR

Bebek büyüdükçe; hayal kırıklığı çocuğun sıkıntısının en büyük nedeni haline gelir . Emeklemeyi ve sonra da yürümeyi öğrendi mi dünyayı araştırma olanağı olacak, aynı zamanda başını belaya sokacaktır .Onun kapıları açıp kapamasını mutfak dolabından eşyaları almasını engellemeye çalıştığınızda hayal kırıklığına bağlı göz yaşlarının akmaya başladığını göreceksiniz. Fakat kısa bir süre sonra ona oynayacak başka bir şey verdiğinizde bunu unutacaktır

Bebeğiniz 2-3 yaşına girdiğinde, ağlama nedenleri daha karmaşıklaşacak ve tercihlerini, duygularını içerecektir. Bebeğiniz daha önce bahsedilen nedenlerle ağlayabileceği gibi, ağlamayı dikkat çekmek için kullanabilecek, hatta bunu bir krize bile dönüştürebilecektir.

Kızgınlığını, korkularını ifade etmek için ağlayacaktır .Kendini güvende hissetmediği, sizden ayrı kaldığı hatta kısa bir süre için yan odaya geçtiğinizde dahi ağlayacaktır . Yeni bir şeyler öğrendikçe, yeni insanlar tanıdığında, hoşuna gitmeyen şeyler olacak ve hemen gözyaşları akmaya başlayacaktır . Zaman içinde, bebeğinizin ağlama nedenlerini belirleyip onu rahatlatacak yöntemleri bulacaksınız. Ancak bebeğinizi çok kısa süre dahi yalnız bırakamıyorsanız ve ciddi bir korku problemi oluştuğunu düşünüyorsanız doktorunuza danışın.
ANNE BABALAR İÇİN PRATİK ÖNERİLER Özellikle çok küçük bebekleri yatıştırmak için birkaç basit öneri: Emzik ve biberon işe yarar, ancak bebeğinizin onu saatlerce emmesine izin vermeyin. Emzik ve biberonun tatlıya batırılması ve tatlı içeceklerle kullanılması diş çürüklerine neden olabilir . Şarkı söyleyin ve onunla dans etmeyi deneyin.Radyo veya teypten gelen dinlendirici bir müzik işe yarayabilir .Tabi o çıngırak gibi gürültü çıkarabileceği bir oyuncağı da tercih edebilir. Seyredebileceği renkli ve hareketli bir şeyler hoşuna gidecektir . Kanguruda sizinle temas edebilecek şekilde tutun. Onunla yürüyüş yapın veya dans edin. Onu kollarınızda veya ayaklarınızda hafifçe sallayarak uyutmayı deneyin. Onu arabanızla veya kendi bebek arabasıyla dışarı gezmeye çıkarın. Özellikle geceleri çok etkili bir yöntemdir .Bebeğinizin sık ağlaması sizin için büyük bir endişe kaynağı olabilir . Tüm gün boyunca ve her fırsatta ağlayan bir çocukla uğraşmaktan sinirleriniz yıpranabilir.

İlk adımlar çıplak ayak!

İstanbul Ortopedi Merkezi Başhekimi Op. Dr. İsmail Yılmaz, ailelerin çocuklarına nasıl ayakkabı seçmeleri gerektiğini anlatıyor…Çocuklara nasıl ayakkabı alınmalı?Belli bir yaşa kadar ayak kemikleri gelişimlerini tamamlamaz. Bebek ya da çocuklara çok sert ayakkabılar alınmamalıdır. Doğal maddelerden yapılmış ayakkabılar tercih edilmeli. Ayak şeklini alabilen, esnek, çocuğun ayak parmaklarını kavrayacak tabana sahip ayakkabılar kullanılmalı. Çünkü yumuşak doku; ergenlik çağına, özellikle de yedi yaşına kadar gelişimini devam ettirir.Bebekler ilk adımlarını nasıl bir ayakkabıyla atmalılar?Bebekler ilk adımlarını atmaya başladıkları zaman, mümkün olduğu kadar ayakkabı giydirilmemelidir. Ayak parmaklarının yere temas etmesi, yürüme refleksinin gelişmesine yardımcı olur. Bebekler yumuşak ve doğal zeminlerde çıplak ayakla yürümeli. Zeminin kaygan olmamasına da dikkat edilmeli. Bebekler toprakta, çimde, yumuşak bir halı veya örtü üzerinde rahatlıkla yürüyebilirler.Yanlış ayakkabı seçimi bebeklerde ne gibi sorunlara yol açar?Çok sert ve ayak gelişimine zararı olan ayakkabılar; çocuğun ayak tabanındaki kavisin, yani çukurun düzgün oluşmasını, ayak adalelerinin sağlıklı gelişmesini ve yürüme denge refleksinin doğal gelişimini engeller.Çocuklar sevimli lastik ayakkabıları ne zaman, kaç yaşında giyebilir?Ayakkabıları, çocuğun ayak gelişimine paralel olarak yaşına uygun seçmek lazım. Çocuğun iki yaşından sonra bu ayakkabıları giymesi daha uygun olur. Mesela üç yaşındaki bir çocuğa tabanı ve derisi çok sert bir ayakkabı giydirilmesi çok uygun olmaz.Lastik ayakkabı giyen çocukların ayak sağlığında bozukluk oluşabilir mi?Ayakkabının tabanı çocuk ayak tabanına uygunsa bozukluk yapmaz. Ancak çocuğun ayağının gereğinden fazla ayakkabı içerisinde kalması, ayağı çıplak kalması gerekirken evde bile bu ayakkabıyı giymek için ısrar etmesi; ayakta birtakım bozukluklara sebep olur. Özellikle de ayağında içe basmaya eğilim varsa, çok yumuşak ayakkabılar ayak bileğinin daha çok içe dönmesine neden olur. O bakımdan çocuğun ayağını düzgün tutup, içe dönmesini engelleyecek ayakkabılar tercih edilmeli.Çocukların ayakları hızla büyüyor. Ayakkabıyı yarım numara büyük mü almak lazım?Alınacak ayakkabının çok sıkı olmaması gerekir. Sıkmaya başladığı an, o ayakkabıyı değiştirmek gerekir. Ayakkabı derisinin esneme kabiliyetinin olması lazım. Yarım numara büyük ayakkabı alınabilir, ancak ayakkabı fazla bol olursa, yürüme refleks ve dengesinin oluşumunu zorlaştırır.Lastik botlar çocuk ayak sağlığı açısından faydalı mı? Yoksa normal bot mu giydirmek lazım?Lastik botların bir kısmının taban yapıları ayak sağlığı açısından uygun değil. Bunların bazılarının tabanları son derece ince. Yürüdüğünüz zaman zemindeki olumsuzluklar, taş gibi ayak tabanına aynen aktarılır. Tabanı yüksek ve ayak tabanının şeklini alan botlar tercih edilmeli.Hangi ayakkabılar çocukların ayaklarını daha çok yorar?Çok sert veya çok yumuşak, tabanı ağır veya çok ince (bez) ayakkabılar çocukların ayaklarını gereksiz yere yorar. Ama ağır ayakkabılar kadar ince ayakkabılar da, ayak sağlığında sorunlara yol açıyor.Okula giderken nasıl ayakkabı giyilmeli?Okulda çocukların ayakları bütün gün ayakkabının içinde kalacağı için rahat, sıkmayan, terletmeyen, hafif ve doğal malzemelerden yapılmış kaliteli ayakkabılar tercih edilmeli.

Doğumsal kalça çıkığı

Bayındır Hastanesi Kavaklıdere Tanı ve Tıbbi Görüntüleme Merkezi’nden Uzman Dr. Aylin Akın, yaptığı açıklamada, doğumsal kalça çıkığının, kalça eklemi kapsülünün gevşek olması nedeniyle kalça eklemini oluşturan kemiklerin birbiriyle uyumunun bozulmasından kaynaklandığını, erken tanı konulduğunda uyluk kemiğinin üst ucunu yuvasında tutacak önlemlerle, eklemin uygun bir şekilde gelişmesinin sağlanabileceğini belirtti.Tanı ve tedavide yetersiz kalındığında çocukluk ve erişkin dönemde aksama, bacak boyu eşitsizliği, hareket kısıtlanması ve ağrıya yol açarak sakatlığa neden olacağını dile getiren Akın, şunları kaydetti: “Hastalığa, bebeklerini bacakları açık durumda sırtında taşıma adeti olan Asyalılarda ve siyah ırkta az rastlanırken, kundaklama alışkanlığı olan Amerika yerlilerinde ve Kafkasyalılarda çokça rastlanmaktadır. Türkiye'de ise hastalığın sıklığı binde 15 civarındadır. Her yıl yaklaşık 1,5 milyon canlı doğum olan ülkemizde topluma yeni katılan doğumsal kalça çıkığı olan birey sayısı yaklaşık 22 bin 500'dür. Toplumumuzda son yıllarda sosyokültürel seviyenin ve tıbbi tedavi imkanlarının iyileşmesi ile hastalığın eskiye oranla görülme sıklığı azalmıştır.Hastalığın görülme riski, ailede ve yakın akrabalarda kalça çıkığı olması, kız çocuk olması, bebeğin rahim içinde makatla geliş durumunda olması, ikiz üçüz gibi çoğul doğum, rahim içi sıvısının az olması, bebeğin ayağında veya boynunda doğumsal şekil bozuklukları olması, annenin ilk doğumu olması ve kundaklama gibi durumlarda artmaktadır.”Akın, yeni doğan bebeklerin günün her saatinde kalça ve dizleri bükük durduklarını, bebeğin bir veya iki kalçasını rahatça uzatamamasının kalça çıkığının ilk belirtisi olabileceğini söyledi.Yeni doğanda kalçada hareket kısıtlılığı olmasının dikkate alınması gereken bir bulgu olduğunu ifade eden Akın, çocukluk çağında ve sonrasında kalçada ağrı, topallama, bacak boyu eşitsizliğine neden olabileceğini bildirdi.Erken tanının önemiErken tanı için ilk doğum, kız çocuklar, çoğul doğumlar, ailesinde kalça çıkığı olan bebekler gibi riskli bebekler başta olmak üzere, tüm yeni doğanların kalça muayenesi yapılması gerektiğini belirten Akın, şunları kaydetti:“Şüpheli durumlarda kalça ultrasonografisi ve gerekirse röntgen filmi çekilmelidir. Kalça ultrasonografisi özellikle yeni doğan döneminde ve erken çocukluk döneminde tanı konulmasında etkili bir tanı aracıdır. Doğum sonrası ilk 6 ay kalça çıkığı tanısı konan çocuklar alçı, bandaj gibi ameliyatsız yöntemlerle iyileşirken, geç tanı konulduğunda mutlaka cerrahi tedavi gerekmektedir. Bebeğin doğru yöntemlerle bakımı önemlidir. Alt değiştirme sırasında veya egzersiz yaptırma maksadıyla bacakları uzatarak ve dizleri tutarak yapılan müdahaleler risklidir (Kalçayı çıkmaya zorlayan adaleleri germemek için kalça ve dizlerin hareketi serbest bırakılmalı). Bebeğin ara bezinin yumuşak olmasına dikkat edilmeli ve gövdenin alt kısmına bol ve rahat giysiler giydirilmelidir. Bebek, kucakta taşınırken bir el bacaklar arasından geçirilerek veya yüzü taşıyan kişiye dönük olarak ve bacaklar açık bir şekilde gövdeye yaslanarak tutulmalıdır.”

30 Ağustos 2009 Pazar

2 yaşına kadar aşı takvimi

Doğduktan Hemen Sonra: Hepatit B aşısı

1.ay: Hepatit B aşısı

2.ay: DBT-IPV-HIB aşısı ve BCG aşısı
Pnömokok aşısı

4.ay: DBT-IPV-HIB aşısı
Pnömokok aşısı

6.ay: DBT-IPV-HIB aşısı ve Hepatit B aşısı
Pnömokok aşısı

9.ay: Kızamık aşısı

12.ay: Suçiçeği aşısı

13ay: Pnömokok aşısı

14.ay: Hepatit A aşısı

15.ay: Kızamık, kızamıkçık, kabakulak (MMR) aşısı

18.ay: DBT-İPV-HİB aşısı

20.ay: Hepatit A aşısı

Yaşamımıza yeni bir anlam katan bebeklerimizin aşı ile korunabilmelerinin mümkün olduğu hastalıklar ve bu aşılar hakkında bilgili olmamız önem taşır.

Bu tür hastalıklardan korumada bağışıklama çalışmalarına önem verilmesi en tutarlı çözüm olmaktadır. Bu sayede bebek ölümleri azalacak, sağlıklı bir nesil yetişecek ve gelişmiş bir toplum olmanın da en önemli göstergelerinden birisine ulaşmayı başaracağız. Hiçbir aşı %100 güvenli değildir. Hiçbir girişim de tamamen risksiz değildir.

Bu bölümde siz değerli anne ve babalarımızı aşı ile korunabilir hastalıklar ve primer aşılar konusunda kısaca bilgilendirmek istiyoruz.

Verem (BCG) Aşısı
Verem hastalığı dünyada ve ülkemizde halen önemini koruyan bir hastalıktır. Dünya Sağlık Örgütünün önerileri doğrultusunda ülkemizde verem aşısı (BCG aşısı) iki doz olarak, yaşamın ilk üç ayı içerisinde ve ilkokul yıllarında uygulanmaktadır. Sol omuza cilt içine uygulanan aşıdan sonra o bölgeye 2 gün su temas ettirilmemesi gerekmektedir.

Su Çiçeği Aşısı
Suçiçeği, içi sıvı dolu döküntülerle kendini gösteren bulaşıcı bir hastalıktır. Belirtiler, virüs ile temas ettikten 12–15 gün sonra baş ağrısı, ateş, karın ağrısı ve halsizlik şeklinde başlar. 1–2 gün sonra, öncelikle kafa derisinde, yüz ve gövdenin üst kısımlarında, daha sonra kol ve bacaklarda döküntüler görülür. İnsandan insana soluma, öksürme, hapşırma, döküntülerle temas etme yoluyla bulaşır.

Suçiçeği son derece bulaşıcı bir hastalık olduğu için çocukların kreş, okul gibi toplu bulundukları ortamlarda çok kolay yayılır. Döküntülerin ortaya çıkmasının 1–2 gün öncesi ile 4–5 gün sonrası arasında hastalık bulaşıcı safhadadır.

Suçiçeğinin kesin tedavisi yoktur. Genellikle 7–10 gün içerisinde kendiliğinden iyileşir. Ateş düşürücü ve kaşıntıyı engelleyici ilaçlarla destek tedavisi uygulanabilir. Hafif seyirli bir hastalık olarak bilinmesine karşın bazen hem çocuklar, hem de erişkinlerde ciltte estetiği bozabilecek kalıcı izlere yol açan süper enfeksiyonlar, hastanede tedavi gerektiren zatürree, beyin dokusu iltihabı vb. ağır enfeksiyonlara ve bazı vakalarda ölümlere yol açabilen suçiçeğinin bağışıklık sistemini baskılayan kronik hastalığı bulunan çocuklarda komplikasyonlu geçirilme olasılığı ve ölüm riski yükselmektedir.

Suçiçeğini geçirmiş olanlar bu hastalığa bir daha yakalanmazlar. Ancak hastalığın sorunsuz atlatılması kesin olmadığından ideal olanı korunma, yani suçiçeği aşısı olmaktır. Aşı, bu hastalığa karşı vücutta oluşturduğu koruyucu antikorlarla yoluyla bağışıklık sağlar. Aşı sayesinde hastalığın geçirilmesi engellenerek:

Ciltteki yara izlerinin oluşumu önlenmiş olur.

Hayati tehlike yaratabilen komplikasyon riski ortadan kaldırılır.

Çocuğun okula devamsızlığı ve onunla ilgilenecek anne-babanın işe devamsızlığı önlenmiş olur.

Semptomatik ilaçların getireceği maddi yük ortadan kaldırılır.

Çocuğun ve anne-babanın hissedeceği sıkıntı, endişe, huzursuzluk önlenir.

İleri yaşlarda görülebilen zona hastalığı olasılığı azaltılır.

Suçiçeği aşısı
1 yaşından büyük ve daha öncesi suçiçeği geçirmemiş tüm çocuklara tek doz olarak uygulanabilir. Çocuğunuz suçiçeği geçirmemişse kreş veya okula başlarken mutlaka aşılanmalıdır.

Hepatit A Aşısı
Hepatit A, halk arasında “Bulaşıcı Sarılık” adı ile bilinen ve karaciğerin iltihabı şeklinde kendini gösteren, Hepatit A virüsünün neden olduğu bulaşıcı bir hastalıktır.

Virüs ile temas ettikten yaklaşık 4 hafta sonra ateş, bulantı, kusma, karın ağrısı, ishal, halsizlik gibi belirtiler gözlenir. Bir hafta kadar sonra sarılık başlar. Sarılık, en kolay şekilde gözlerin beyaz kısmında fark edilir. Bu arada idrarda koyulaşma ve dışkının renginde açılma görülür. Bu belirtiler 3-6 hafta kadar sürdüğü gibi bazı olgularda 6 ay kadar devam edebilir, ya da kötüleşerek tekrarlayabilir.

Bazı küçük çocuklar Hepatit A’yı bu belirtilerin hiçbiri görülmeden geçirebilirler. Ancak hepatit A ile daha ileri yaşlarda karşılaşan bir bireyde belirtilerin şiddeti ve hastalığın ciddiyeti yüksektir.

Hepatit A virüsü, hastalığı geçiren kişinin dışkısında yoğun olarak bulunur. Bu dışkının temizlik ve sanitasyon koşulları iyi olmayan ortamlarda yiyecek ve içeceklere, hatta su şebekelerine karışması ve diğer kişiler tarafından tüketilmesi sonucu virüs kolaylıkla bulaşabilir. Hijyenik olmayan şartlarda üretilmiş hazır gıdaların veya iyi yıkanmamış meyve ve sebzelerin tüketilmesi, yeterince temiz olmayan yüzme havuzlarının kullanılması ve çocukların toplu bulundukları kreş ve okullar, Hepatit A’nın yayılması için uygun birer yoldur.

Virüsü alan kişiler, hastalanmadan 2 hafta öncesi ve belirtilerin başlamasından 1 hafta sonrasına kadar hastalığı bulaştırırlar. Belirti göstermeden hastalığı geçiren küçük çocuklar da bulaşmada sessiz birer kaynak konumundadırlar. Hepatit A, hayati fonksiyonu en önemli organlarımızdan biri olan karaciğerin iltihabıdır.

Hastalığın belirli tedavisi yoktur, normal şartlar altında hasar bırakmadan kendiliğinden iyileşir. Ancak, bazı kişilerde yoğun hastane tedavisi gerektiren karaciğer yetmezliğine, hatta ölüme yol açabilir. Küçük bir çocuk hastalığı belirtisiz geçirse dahi, farkında olmadan virüsü çevresindeki, bu hastalıktan daha ağır etkilenecek bireylere bulaştırabilir. Kronik karaciğer hastalığı bulunan çocukların Hepatit A geçirmeleri halinde hastalık çok daha ciddi seyreder.

Hepatit A, temizlik ve sanitasyon koşulları yetersiz ortamlarda hızlı yayılır. Ellerin sık yıkanması, bulaşma olasılığı bulunan besinlerin çok iyi yıkanması, pişirilmesi, suların kaynatılması gibi genel hijyenik önlemler bulaşma riskini azaltsa da tamamen engelleyemez.

Bugün Hepatit A hastalığından tam korunmanın en etkili ve güvenilir yolu hepatit A aşısı olmaktır. Daha önce Hepatit A geçirmiş olan kişiler bu hastalığa karşı bağışıklık kazanmışlardır. Ancak henüz geçirmeyenler, her an virüsle temas riski taşırlar. Çocukların hijyenik önlemleri çok iyi bilmemeleri nedeniyle risk bu dönemde yüksektir. Dolayısıyla 2 yaşını bitiren çocuklar öncelikli olmak üzere daha önce hastalanmamış herkesin hepatit A aşısı olması önerilir.

Aşı ilk yıldan sonra 1. doz ve 6 ay sonra 2. doz şekilde toplam 2 doz uygulanır.

Hepatit B Aşısı
Hepatit B, halk arasında “Sarılık’’ adı ile bilinen ve karaciğerin iltahabı şeklinde kendini gösteren, Hepatit B virüsünün neden olduğu kronikleşen, bulaşıcı bir enfeksiyon hastalığıdır.

Virüs ile temas ettikten yaklaşık 2-6 ay sonra halsizlik, iştah kaybı, bulantı, deride ve göz aklarında sararma, idrar renginde koyulaşma, karın ağrısı gibi belirtiler gözlenir. Bazı vakalarda hiçbir belirti görülmeyebilir.

Hepatit B virüsü, başlıca kan ve vücut sıvılarında (tükürük, idrar, ter, semen, vajinal salgı vb.) bulunur. En yüksek bulaşma riskleri, kanla direkt ya da dolaylı temas, cinsel ilişki ve doğum esnasında kronik Hepatit B hastası anneden bebeğe Hepatit B virüsü bulaşması halinde hastalığın kronikleşme olasılığı çok yüksektir.

Diğer yandan, hepatit B virüsünün vücut dışında 7 gün gibi uzun süre canlı kalabilmesi nedeniyle steril olmayan aletlerle yapılan cerrahi müdahale, diş muayene-tedavileri ve sünnet, berber aletlerinin ya da kişisel temizlik ve bakım eşyalarının ortak kullanımı, Hepatit B hastalığının bulaşmasında aktif rol oynarlar. Hastalığın bulaşması için derideki ince bir sıyrıktan ya da mukozadan çok az miktarda kanın vücuda girmesi yeterli olabilir.

Hepatit B, hayati fonksiyonu en önemli organlarımızdan biri olan karaciğerin iltihabıdır. Hastalığın belirli tedavisi yoktur, genellikle hasar bırakmadan kendiliğinden iyileşir. Ancak, bazı kişilerde yoğun hastane tedavisi gerektiren karaciğer yetmezliğine, hatta ölüme yol açabilir.

Bazı kişilerde ise Hepatit B iyileşmez, kronikleşir. Hasta, hiçbir hastalık belirtisi göstermemesine karşın virüs karaciğeri tahrip eder. Bu uzun süreç içinde hasta, virüsü çevresindeki kişilere bulaştırmaya devam eder. Vücudun zayıf düştüğü bir dönemde, siroz veya karaciğer kanseri gelişmesine neden olur. Hepatit B, dolaylı bir temasla her an bulaşabilecek bir hastalık olması nedeniyle mümkün olan en erken yaşta etkin bir şekilde korunmayı gerektirir.

Bugün tek etkin yöntem, hepatit B aşısı olmaktır. Hastalığı geçirmiş ve kronikleşmeden tamamen iyileşmiş, ya da aşılanarak hiç hastalanmadan korunmuş kişilerde Hepatit B’ye karşı antikorlar bulunur. Koruyucu antikorların anneden bebeğe geçmemesi nedeniyle henüz yeni doğmuş bebeklerin aşılanmaları gerekir.

1. doz doğumda, 2. doz bir ay sonra, ve 3. doz doğumdan 6 ay sonra yapılmak üzere toplam 3 doz ile Hepatit B’ye yaşam boyu korunmak mümkün olabilmektedir. Daha önce aşı olmamış, ve virüsle temas etmemiş herkes, yine aynı şema ile 3 doz aşı olarak korunabilirler.

Kızamık, Kızamıkcık, Kabakulak (MMR) Aşısı
Kızamık, ciltte kırmızı döküntülerle kendini gösteren, bulaşıcı solunum yolu hastalığıdır. Virüsle temastan 10–12 gün sonra başlayan ateş, öksürük ve burun akıntısı ilk belirtileri oluşturur. İki-üç gün içinde kafa derisi, yüz ve boyunda başlayan el ve ayaklara kadar yayılan kırmızı döküntüler gözlenir. Son derece bulaşıcı olan kızamık, döküntülerin ortaya çıkmasından birkaç gün öncesi ile birkaç gün sonrası arasında bulaşıcı safhasındadır. Virüs, öksürme ve hapşırma ile havaya saçılarak yine solunum diğer kişilere bulaşır.

Kızamık, zatürree, beyin dokusu iltihabı, ölüme ve sakatlıklara neden olan komplikasyonlarla seyredebilir. Ateş, lenf bezlerinde şişkinlik, ciltte yüzden başlayıp yayılan pembe döküntüler, kızamıkçığın tipik belirtileridir. Virüs, öksürme ve hapşırma ile havaya saçılarak yine solunum yoluyla diğer kişilere bulaşır.

Kızamıkçık, özellikle gebe kadınların maruz kalması halinde bebekte ağır sakatlıklara neden olabilen bir hastalıktır. Bebek doğurmayı planlayan bir anne adayı kızamıkçığa karşı bağışık olması gerekir. Kabakulak, kulak altındaki lenf bezlerinin iltihabı ile kendini gösteren, kabakulak virüsünün neden olduğu bulaşıcı bir enfeksiyon hastalığıdır. Ateş, baş ağrısı, kulak altında (tek ya da çift taraflı) şişkinlik, kabakulağın tipik belirtileridir.

Beyin zarı veya dokusu iltihabı, pankreas, testis, yumurtalık iltihabı ve sağırlık, kabakulak geçiren çocuklarda rastlanması olası komplikasyonlar arasındadır. Özellikle ileri yaşlarda bu hastalığa maruz kalan erkeklerde kısırlık daha sık görülebilen bir komplikasyondur.

Bu üç hastalıktan ve yukarıda sıralanan olası komplikasyonlarından koruma yolu, aşı olmaktır. Bugün bu üç hastalığa karşı geliştirilmiş aşılar tek bir enjektörde toplanmıştır.

Böylece uygulanacak kızamık-kızamıkçık-kabakulak (MMR) aşısı ile her üç hastalığa karşı bağışıklık kazanılmış olacaktır.

MMR aşısı 9. ayında 1 doz kızamık aşısını olmuş bebeklere 15. ayda 1 doz ve 5-6 yaşlarında 1 doz olmak üzere toplam 2 doz uygulanır. 9.ayda kızamık aşısı yapılmamış olan bebeklere 12. ayda 1 doz ve yine 5-6 yaşlarında 1 doz uygulanır. Bu üç hastalıktan herhangi birini geçirmiş olmak, üçlü kombine aşının uygulanmasına engel teşkil etmez.

Difteri, Boğmaca Tetanos (DBT) Aşısı
Difteri ateş, halsizlik ve solunum güçlüğü ile seyreden bulaşıcı bir hastalıktır. Öksürme ve aksırma ile havaya yayılan bakteri, ağız, boğaz ve buruna yerleşerek enfeksiyona yol açar. Hastalanan her 10 kişiden 1’i her türlü tedaviye rağmen solunum yollarının tıkanması, kalp yetmezliği ve felçler nedeniyle yaşamını kaybeder. Boğmaca, çoğunlukla 2 yaşından küçük çocuklarda görülen, nefes almayı engelleyecek biçimde öksürük nöbetlerine neden olan, bakteriyel bir enfeksiyon hastalığıdır.

Tetanos, varlığını genellikle toprakta sürdüren bir bakterinin, vücuda yara ve kesiklerden girerek yol açtığı bir enfeksiyon hastalığıdır. Vücut kaslarının sertleşmesi, kasılması ve çene kilitlenmesi şeklinde seyreden hastalığa, bu bakterinin salgıladığı toksinler neden olur.

Çocuk Felci (IPV), Hib (Menenjit) Aşısı
Çocuk felci, polio virüsünün neden olduğu bir hastalıktır. Solunum yolu ile bulaşan ve tedavisi olmayan bu hastalık, kalıcı sakatlıklara ve hatta ölüme neden olabilir. Günümüzde polio virüsünün yeryüzünden silinmesi amacıyla yoğun aşılama programları uygulanmaktadır.

Hib menenjiti, Hib (hemofilus influenza tip b), özellikle 5 yaşın altındaki çocuklarda, başta beyin zarı iltihabı (menenjit) ve zatürree olmak üzere ölümle sonuçlanabilen bir çok ağır hastalığa yol açabilen bir bakteridir. Bu bakterinin sorumlu olduğu hastalıklardan Hib menenjiti, erken ve uygun tedaviye rağmen her 5 vakanın 1’inde işitme kaybı, zeka geriliği, felç ve epilepsi gibi nörolojik komplikasyonlar doğurabilir. Komplikassyonlu vakaların %3-8’i, ölümle sonuçlanır.

Solunum yoluyla kolayca bulaştığı için özellikle yuva, kreş, anaokuluna giden çocuklarda Hib enfeksiyonları fazla görülür. Hib menenjiti en önemli yaşamsal organ olan beynin zarlarını etkilediği için geri dönüşü olmayan zararlar verebilir.

Bu 5 hastalıktan korunmanın yolu, aşı olmaktır. Günümüzde 5 ayrı aşı yerine tümünün tek bir enjektörde toplandığı karma aşılar geliştirilmiştir.

Bu 5 hastalığa karşı geliştirilen karma aşı, çocuklara 2., 4., 6. ve 18. aylarında uygulanmalıdır. 5-6 yaşına geldiklerinde difteri-tetanoz-boğmaca 3’lü karma aşı ve çocuk felci aşısı yapılmış olan çocuklara tekli (monovalan) Hib aşısı uygulanabilir. Ülkemizin bölgesel özelliği dikkate alındığında ağızdan verilen oral poio aşısı önemini korumaktadır.İlk 2 dozun aşıya bağlı felç riskini ortadan kaldırmak için IPV olarak yapılması önerilebilir. İlk 2 dozdan sonra en az 1 veya 2 doz oral polio aşısı yapılmalıdır. Oral polio uygulandıktan sonra bebek hemn emebilir yada beslenebilir.

Pnömokok Aşısı

Pnömokoklar çocuklarda özellikle ülkemizde en sık orta kulak iltihabı ve zatürre nedenleri arasındadır. Özellikle son zamanlarda kullanmaya başladığımız bu aşı doğumdan sonra ikinci aydan itibaren başlayarak 1-2 ay ara ile 3 doz, 12-15 arasında tek doz önerilmektedir. İlk kez aşılanacak 2-9 yaş arasındaki çocuklara ise tek doz önerilmektedir. En sık yan etkisi aşı sonrası gelişen ateş ve huzursuzluktur.

Zeka gelişimi için Omega-3


Merkezi İngiltere'de bulunan The Fish Foundation (Balık Derneği) Başkanı Dr. Ray Rice, yaşamın ilk yılının beyin gelişiminin gerçekleştiğini belirterek, bebeğe mutlaka Omega-3 yağ asitlerinin verilmesi gerektiğini söyledi.

Rice, bir ilaç firmasının organize ettiği ''Omega-3 Yağ Asitleri'' konulu konferansta, özellikle balık ve balık yağında bulunan uzun zincirli çoklu doymamış Omega-3 yağ asitlerinin bedensel ve beyin gelişimi, bağışıklık sisteminin güçlenmesi için mutlaka alınması gerektiğini belirtti.

Bu yağ asitlerinin insan sağlığına sağladığı faydalar konusunda insanları bilinçlendirmek için 1990 yılında The Fish Foundation'ı kurduklarını anlatan Rice, ''İnsan vücudunun her yaşta Omega-3'e ihtiyacı vardır. Özellikle yaşamın ilk 1 yılı beyin gelişimi gerçekleştiği için bebeğe mutlaka Omega-3 verilmesi gerekir'' dedi.
Bebeklerin anne sütüyle beslenmesinin önemine dikkati çeken Rice, anne sütünün, bebeğin doğumdan sonra Omega-3 alabileceği çok önemli bir kaynak olduğunu, yeni doğan bebeklerin bu nedenle en az 6 ay anne sütüyle beslenmesinin hayati önem taşıdığını bildirdi.

İngiliz Hükümeti'nin 2 ay önce insanların beslenme rejimlerinde Omega-3 miktarını 2 kat artırmaları için uyarıda bulunduğunu ifade eden Rice, şunları söyledi:

''İngiliz Hükümeti, vatandaşlarının günde en az 450 miligram uzun zincirli Omega-3 yağ asidi almasını tavsiye ediyor. Vatandaşların, Omega-3 ihtiyacını, balık yiyerek, balık yiyemeyenlerin ise balık yağı ya da Omega-3 yağı katkılı besin takviyeleriyle giderebileceğini açıkladı. Bu açıklamaya göre, üreticiler Omega-3 katkılı ürünlerinin ambalajlarında (Bu üründe Omega-3 vardır, Omega-3 ile kalp hastalığı ve kalp krizi riskiniz azalır) ibarelerine yer verebilecek. Henüz bu kararname yeni olduğu için bu etiketler gıda maddelerinin üzerine konulmadı, ancak 6 ila 12 ay içinde konulması planlanıyor.''

Omega-3 katkılı ürünler

Şu anda Fransa, İspanya ve İrlanda'da, Omega-3 katkılı sütlerin satıldığını anlatan Rice, Avustralya'da ise bu yağ asidinin ekmeğe konulduğunu ve birçok ülkede bebek mamalarında katkı maddesi olarak kullanıldığını ifade etti.

Rice, Omega-3 yağ asidinin tavuk çiftliklerinde yeme karıştırılarak Omega-3 katkılı yumurta elde edildiğini bunun da İngiltere'yle birlikte Türkiye'de de uygulandığını kaydetti.

Uluslararası Yağ Asitleri ve Lipit Araştırma Derneği'nin (İSSFAL) ise yetişkinler için günde en az 500 miligram Omega-3 alınması yönünde tavsiyede bulunduğunu bildiren Rice, şöyle konuştu:

''Türk beslenme alışkanlıkları İngiliz'lerin beslenme şekline benzediği için aşağı yukarı aynı oranda alınması uygun olur. Omega-3 beslenmenin bir parçası. İlaç olarak algılanmamalı. Eğer vücutta yeterli düzeyde değilse bu eksikliği takviyeyle telafi etmeliyiz. Omega-3 eksikliği nedeniyle kalp hastalığı ortaya çıkmaz ama eksikliği olan bu maddenin telafi edilmesiyle vücudun kendisini savunma kabiliyeti artar.

Bebekler TV izlemeli mi?


Son zamanlarda, TV’de bebeklere yönelik kanallar veya programlar, bebeğinizi olumlu etkilediği söylenen özel DVD’ler belki de anne baba olarak sizlerin de kafasını karıştırıyor olabilir. Acaba gerçekten bunları izlemek, bebek için yararlı mı? Bebeğinizi bunlardan mahrum bırakmamalı mısınız? Ya da bu tarz yayınları izlemesi olumsuz etkilere yol açabilir mi?

Bu konuyla ilgili yapılan bir çalışma, geçenlerde ‘The Journal of Pediatrics’ dergisinde yayımlandı. Buna göre; 8-16 aylık bebeklerden bu tarz yayınları izleyenler, izlemeyen akranlarına göre 6-8 kelime daha az bir kelime dağarcığına sahipler. 17-24 aylık bebeklerde ise izleyenler ve izlemeyenler arasında bir fark saptanmamış.

Bebeklerin, tam da ilk kelimelerini öğreneceği aylarda olumsuz etkiye daha açık oldukları düşünülebilir. 2 yaş altı bebeklerin dil gelişimi için olmazsa olmaz şart diğer insanlarla iletişimde olmalarıdır. TV’den izlenen ne olursa olsun, bu hassas dönemde pek de olumlu etkisi olmayacağı açıktır. Bu tarz eğitici programlar, DVD’ler anaokulu çağında yararlı olabilir. Beyin gelişimi için çok önemli olan 0-2 yaş arası dönemde, bebeklerin TV ile hiç tanışmamaları en doğrusu olacaktır.

Bebek ve çocuklarda ateş

Vücut ısısının normalin üzerine çıkması ateş olarak tanımlanır. Bebeklerinin ateşinin yüksek olduğunu görmek birçok anne babanın paniğe kapılmasına yol açar. Bu nedenle doktoru arayan ya da hastaneye koşturanların sayısı oldukça fazladır. Ancak ateş bir hastalık değil, bir hastalık belirtisidir ve hastalıkla mücadelenin bir göstergesidir.

Çocuğunuz size her zaman alıştığınızdan sıcak geliyorsa, ısısını ölçerek tam bir ölçüm yapmanız gerekebilir. Çünkü cildinin sıcak olması her zaman ateşi olduğunu göstermez. Çocuklarda vücut ısısı erişkinlerden daha yüksektir. Her çocuğun vücut ısısı kendine özgüdür ve gün içinde değişkenlik gösterir. O nedenle ateşi doğru değerlendirebilmek için çocuğun kendine özgü vücut sıcaklığını bilmek gerekir. Çocuğun vücut ısısı yaş, hastalıklar, aktivite, günün değişik zamanları, çevre ısısı ve giysilerine bağlı olarak değişiklik gösterir.

Normal vücut ısısı nedir, gün içinde değişmeler nasıldır?

Normal vücut ısısına ait sınırları belirlemek güçtür. Vücut ısısını ölçmek için birden fazla yöntem vardır. Ağız içi, makat, koltuk altı veya kulaktan ölçülebilir Genel olarak makattan ölçülen normal vücut ısısı 36.1 – 37.8 C olarak kabul edilir ve akşam üstü saatlerinde makat 38.5 C’ye kadar yükselebilir. Koltuk altından ölçüldüğünde vücut ısısı 36 ile 37.2 C arasında değişir ve öğleden sonra 37.8 C’ ye kadar çıkabilir. Ağız içi ve kulaktan ölçüldüğünde ise ortalama 37 C’ dir.

Vücut ısısında gün içinde 1.1 C’ye kadar değişiklik olabilir. Çocuklarda maksimum vücut ısısı saat 17–19, minimum vücut ısısı ise saat 24–06 arasında gözlenir. Bu sirkadiyan ritm yaşamın ilk birkaç ayında henüz oluşmamıştır. İki yaştan sonra belirgin hale gelir ve çocuklarda erişkinlere göre daha belirgindir. Yaşlar büyüdükçe vücut ısıları erişkin düzeylere doğru düşer. Ateş yükselmesi üç ayın altındaki çocuklarda, büyük çocuklara göre daha azdır.

Sağlıklı bir şekilde ateş ölçümü nasıl yapılmalıdır?

Tecrübeli kişiler tarafından uygulandığında, makattan ısı ölçümü doğru ve emindir. İki yaşına kadar bu yol tercih edilmelidir. Makaktan ölçüm sonucu vücut sıcaklığı normalden fazlaysa çocuğun ateşi var demektir. Bu yolla ölçülen vücut sıcaklığı, koltuk altına göre 1–1.5 C daha yüksektir.

Koltuk altından yapılan ölçümler çevre ısısıyla ve terlemeyle değişiklik gösterebilir. Derecenin cıvalı ucu koltuk altına iyi yerleştirilmemişse hatalı sonuç alınacaktır. Çocuklarda, ağızdan alınan ısı tam vücut ısısını yansıtırsa da, sıcak veya soğuk gıda yenmesinden veya hızlı soluk alımından kolayca etkilenebilir. Ağızdan bakılan ısı, koltuk altı sıcaklığına göre 0.5 C daha yüksektir. Küçük çocuklar dereceyi ısırarak kırabilirler. Yaşlı ve çocuklarda bu yöntem kullanılmamalıdır. Ağızdan ölçüm için emzik şeklinde dereceler vardır. Kulak dereceleri ile ölçüm yaparken, derecenin kanülünün kulak kanalına iyi oturmasına dikkat edilmelidir. Ciltten ölçüm yapan bant şeklinde dereceler de kullanılabilirse de, cilde iyi temas etmezse ve cilt terli ise hatalı sonuç verecektir.

Neden ateşimiz çıkar?

Bakteri ve bakterilerin parçalanmasıyla ortaya çıkan toksinler, virüsler ve mantarların savunma hücreleri ile etkileşimi sonucu, endojen pirojen denen bazı maddelerin açığa çıkmasıyla beyinde ısıya hassas sinir hücreleri etkilenir ve ısı üretimi artarak ateş yükselir.

Ateşin yükselme döneminde titreme (ısı üretimini artırma), periferik damarlarda geçici daralmaya bağlı olarak eller ve ayaklarda soğuma (ısı kaybını azaltma), kalın giysilere bürünme (ısı kaybını azaltma) şeklinde reaksiyonlar görülür.

Isı kaybı mekanizmalarının devreye girmesiyle fizyolojik ve davranışsal yanıtlarla vücut ısısını düşürmeye çalışır. Özellikle terleme ile vücut ısısını azaltma yoluna gider. Sıcak ortamlarda egzersiz sonu ortaya çıkan durum budur.

Vücut ısısı, hastalıklar, aktivite, çevre ısısı ve giyinme derecesi ile değişiklik gösterir. O nedenle vücut ısısı arttığında enfeksiyona bağlı olup olmadığını anlamak önemlidir. Enfeksiyona bağlı gerçek ateşte eller ayaklar soğuktur, kol ve bacak derisi dalga dalgadır, morarmıştır, gövde ve baş çok sıcaktır. Aşırı giyinme, çevre ısısının artışı ve egzersize bağlı ateşte ise eller-ayaklar sıcaktır, dalgalanma ve morarma yoktur.

Ateşli bir çocukta ateş, mutlaka normal vücut ısısına döndürülmeli midir?

Genelde, bütün ateşleri tedavi etmek veya vücut ısısını normale indirmek için fikir birliği olmadığı görülmektedir. Bebek ve çocuklarda ateşli durumların çoğunun nedeni akut viral enfeksiyonlardır. Ateş çok yüksek olmadıkça ( 41 C’nin üzerinde) hastaya özel bir zarar vermez. Ateş vücudun enfeksiyonlarla savaşma yöntemlerinden biridir. O nedenle ateşi düşürmek her hastaya özgü olmalıdır. 3 aydan büyük çocukların her ateşi çıktığında doktoru görmenizi gerektirecek bir durum olmayabilir. Kendi başınıza da çocuğunuzun ateşini kontrol altına alabilirsiniz.

Bazen ateşin nedenini bulmak zordur ve hekimler tanı koymada zorlanabilir. Özellikle 3 ayın altındaki çocuklarda bakteriyel enfeksiyonları belirleyebilecek kriterlerin yetersiz oluşu sorun olmaktadır. Tanı için yapılan laboratuar tetkikleri hem ekonomik yüke, hem de çocuklarda eziyete neden olmaktadır. Ateşli çocukların okulları aksamakta, anne ve babalarının çalışması engellenmektedir. Ateşe bağlı havale ateşli çocukların % 4-5’inde görülebilir ve yarısında tekrarlayabilir. Bu nedenle ateşli çocuk aile için büyük endişe kaynağıdır. Bunun için de ateşi normal değerlerine düşürmek, ailenin ve çocuğun kendini daha iyi hissetmesini sağlayacak ve ateşe bağlı havale geçirme olasılığını azaltacaktır.

Ateş yüksekliğini tedavi etmenin amacı hastanın rahat etmesini sağlamaktır. Tek başına ateşin varlığı her zaman tedaviyi gerektirmez. Özellikle hasta rahat değilse, ateşliyken havale geçirme öyküsü varsa ve yaşı küçük ise hızla tedavi edilmelidir.

Hangi durumlarda doktora başvurulmalı?

3 aydan küçük bebeklerde görülen ateş hekim tarafından geciktirilmeden değerlendirilmelidir. Yeni doğan bebeklerde ise normalin altında olan vücut ısısı, yüksek ateş kadar, hatta daha fazla dikkat gerektirir.

Yeni doğan dönemindeki bebeklerde enfeksiyonla savaşma yeteneği kısıtlı olduğundan ciddi enfeksiyonlar gelişebilir ve 3 aydan küçük bebeklerde ateş, çok ciddi enfeksiyon belirtisi olabilir. Bu nedenle bebeğin ateşi 38 derecenin üstüne çıkarsa acilen doktoru arayarak, hemen en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.
Bu arada bebeğin üzeri açılmalı ve 15 dakika sonra tekrar ateşi kontrol edilmelidir. Doktora danışmadan bebeğe ateş düşürücü ilaç verilmemelidir

Ateşin yüksekliği, altta yatan enfeksiyonun şiddetini göstermese de, hastanın ateşi düşük ise, hekim hastanın daha iyi olduğunu düşünür. Aynı şekilde, ateş düşürücülere iyi cevap verilmesi de ciddi bir enfeksiyon olmadığını göstermez.

Eğer ateşle birlikte döküntüler belirdiyse, ateş 40 derece civarında ise ya da ateşi düşüremiyorsanız, ateşle birlikte uykuya eğilim, bilinç değişiklikleri varsa, eğer çocuk çok hastaysa veya açıklanamayan hastalık belirtileri varsa, eğer bir şey yemek istemiyor durmadan ağlıyorsa veya çok halsiz görünüyorsa ve eğer ateşli havale geçiriyorsa en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.

Çocuğun ateşi 40 derecenin altında ise 24 saatten daha uzun sürerse ve ateşten başka hastalık belirtileri yoksa veya 48 saatten fazla sürerse ve ateş düşürücülerle bile düşmezse doktoru aranmalıdır.

Ateşi nasıl kontrol altına alırız?

Çocuğun ateşinin altında yatan nedenlerin araştırılıp, tedavi edilmesi, hastalığın ileri yaşlarda ortaya çıkabilecek zararlı etkilerinin belirlenip önlem alınmasında ve ciddi hastalıkların erken teşhisinde büyük önem taşır. Ateşin başlama zamanı ve yüksekliği kaydedilmelidir. Beslenme ve uyku düzenindeki değişiklikler araştırılmalıdır.

Ateşin tedavisi sadece ateş düşürücü ilaçlarla değil, aynı zamanda uygun yaklaşımlarla desteklenmelidir. Bu ateş düşürücü kullanmak kadar önemlidir.

Çocuğun bulunduğu oda ısısı 21–22 derece arasında tutulmalı ve havalandırılmalıdır. Çocuğun üzerindeki fazla giysiler çıkarılarak, vücudun hava ile teması sağlanmalıdır.

Ilık su ile duş yaptırmak veya vücudu ılık su emdirilmiş sünger ile silmek ısı kaybını hızlandıracaktır. Bu işlem için hiçbir zaman alkol ya da buzlu su kullanılmamalıdır. Bu işlem cilt ısısında ani düşmeye neden olacağı için, titreme ve damarlarda büzülme ile sonuçlanır ve ısı kaybı önlenir. Ateşin düşmesi gecikir. Kol ve bacaklarda dolaşım daha da bozulur.

Ateş sırasında çocuğun sıvı kaybı artacağı için ağızdan yeterli sıvı alımı sağlanmalıdır. Vücuttan sıvı kaybı belirgin olduğunda, enfeksiyon olmaksızın susuzluk ateşi denilen, ateş yükselmesi olacaktır. Ateş yükselirken titreme olduğu için çocuğun üstünün örtülmesi ateşi artıracaktır. Ateşli çocuğun kalori gereksinimi artar. Ancak iştahsız olan çocuğu besleme için aşırı zorlamamalıdır.

İlaç Tedavisi:

Ateş düşürücü ilaçlar sadece ateşi düşürmede yardımcıdır. Ateşe neden olan hastalığı tedavi etmezler. Yan etkileri nedeniyle dikkatle kullanılmalıdırlar.

Parasetamol: Piyasada çocuklarda kullanım için hazırlanmış damla, şurup, çiğneme tableti ve fitiller bulunur. En erken 4 saatte bir olmak üzere günde maksimum 5 kez verilebilir. Tedavi edici dozda verildiğinde yan etkisi yoktur. Ancak normalden fazla alındığında karaciğer ve böbrek zedelenmesi oluşur.

Ibuprofen: Ateş düşürücü, ağrı kesici etkileri vardır. En erken 6 saatte bir, günde maksimum 4 kez alınmalıdır.

Aspirin: Çocuklarda ateş düşürücü olarak kullanılmamalıdır. Yan etkilerinin olması ve viral enfeksiyonu olan çocuklarda kullanıldığında karaciğer ve beyin hasarı ile seyreden Reye Sendromu ile sonuçlanabilmesi nedeniyle tercih edilmez.

28 Ağustos 2009 Cuma

1 - 3 Yaş Çocuk Beslenmesi

Dokuz aydan sonra çocuğun temel gıdası olmaktan çıkan anne sütü 2 yaşına dek anne için uygun olan bir zamanda kesilebilir.


Bir yaşından sonra 13-14 aylık olan çocuğa, çatal kaşık kullanma alıştırmaları yapılabilir. Ailenin diğer fertleriyle birlikte sofrada oturan çocuğun ayrı tabağı olmalı, neyi ne kadar tükettiğine dikkat edilmelidir.


Bu dönemde de çocuklar günde dört öğün beslenmeli, temel besin gruplarından (süt ve sütlü gıdalar .. etler, yumurta ve baklagiller .. sebze ve meyveler .. unlu ve nişastalı besinler) yeterli ve dengeli tüketmelidirler.






Ülkemizde en sık yapılan hatalardan biri çocuğu yemek suyuyla beslemektir. Hiç bir besleyici değeri olmayan bu beslenme biçimi uygulanmamalıdır.


Her gün yarım litre süt çocuklara verilmelidir. Süt her şekilde verilebilir. Sütün içerdiği kalsiyum çocukların gelişimi için çok önemlidir. 25 gram peynirde de 200 gram sütteki kadar kalsiyum vardır.


Her gün et ve baklagillerden bir ikisi beslenme listesinde bulunmalıdır.


Her gün bir yumurta yedirilmelidir. Düzenli et verilen çocuklara gün aşırı olabilir.


Günde bir ya da iki kez sebze verilmelidir.


Günde bir iki kez meyve yenmelidir. Fazladan bir öğün meyve vermek sebzenin yerini tutabilir. Meyve suları da meyvenin yerine geçebilir.


Günde bir iki kez nişastalı besinler ve üç dilim ekmek beslenme listesinde bulunmalıdır.


Çocuklara olabildiğince erken dönemde kendi kendilerine çatal kaşık kullanarak yemeleri öğretilmelidir.


Her çeşit şekerleme, pasta, kek, dondurma sık sık verilmemesi gereken yiyeceklerdir. Öğünler arasında çocuğa şekerleme vermek iştahı azaltarak yetersiz beslenmeye yol açtığı gibi diş çürüklerinin de önde gelen nedenidir.


Çay ve kahve verilmesi içerdikleri uyarıcı maddeler nedeniyle sinirliliğe yol açtığından bu içecekleri çocuklara hiç tattırmamak en iyisidir.


Bu dönemde çocuklar ağız ve diş sağlığı konusunda eğitilmelidirler. 1,5 - 2 yaşına gelen çocuğun bir diş fırçası olmalı, macunsuz olarak fırçalama eğitimi verilmelidir.

Üç yaştan itibaren diş macunu kullanmaya başlanabilir.

Çocukta İştahsızlığa Neden Olan Hastalıklar

Çocukluk yaş grubunda görülen bazı mide-bağırsak sistemi hastalıkları ile iştahsızlık arasında yakın ilişki vardır.

Bunlardan en sık görülen reflü adını verdiğimiz hastalıktır. Aslında reflü bir hastalık olmayabilir. Reflü mide içeriğinin zaman zaman yemek borusuna yükselmesidir. Mide içeriği yemek borusunda değişik yüksekliğe ulaşabilir. Üst düzeylere kadar yükselirse çocuk kusar. Bu nedenle kusan özellikle de sık kusan küçük çocuklarda reflüden şüphe edilir.

Aslında reflü özellikle hayatın ilk iki yılında fizyolojikdir. Yenidoğan döneminden itibaren görülür. Bebek oturduktan ayağa kalkıp yürüdükten sonra, oturarak beslenmeye başlandıktan sonra gittikçe azalır. % 80 den fazlası bu gelişimi gösterir. Daha az bir kısmı ise yıllar içinde kendiliğinden düzelmez ve çocukta bazı belirtiler ortaya çıkar. Büyüme geriliği gelişebilir. Uzun süreli öksürük, sık tekrarlayan ve uzun süren solunum yolu enfeksiyonları gelişebilir. Bazı çocuklarda soluk alır-verirken hışıltı nedeni olabilir. Astım benzeri tablo ortaya çıkabilir. Ancak iştahsızlık ile ilgili olan, fizyolojik olarak görülen reflüdür. Bu bebekler kolay ve sık kustukları için anne, bebeğin beslenmesinde çekingendir. Bebeğin beslenme becerilerinin gelişimi geri kalır. Buna bağlı olarak da iştahsızlık yaşanır. Erken dönemde belirlenip, anneye destek olunmalı ve bebek yakından izlenmelidir.

Bir başka mide-bağırsak hastalığı ise, besin allerjileridir. Bir nedenle çocukta allerji söz konusu olmuş ise anne yine ek gıdaların başlamasında ürkek davranır. Çocuğa anne-babanın endişesi ile uygun besinler verilmez, bebek beslenme becerilerini ve/veya damak lezzeti geliştiremez. Besin allerjisi genellikle iki yaşından sonra azalır ve geçer. Bu nedenle pek çok yeni besin iki yaşından sonra denenir. Ama çocuk iki yaşından sonra başlanan yeni besinleri sevmez, alışamaz ve bu durum iştahsızlık olarak yaşanır. Bu nedenle besin allerjisi teşhisinde çok özen gösterilmeli, aileler gereksiz yere korkutulmamalıdır. Burada hekimlere düşen sorumluluk büyüktür.

Mide-bağırsak sisteminin iştahsızlığa neden olan bir başka hastalığı ise kabızlıktır. Kabızlık da çocukların beslenme ve yemek yeme ile ilişkisini olumsuz etkiler. Çocukların hergün veya iki günde bir dışkı yapmaları için gerekli öneriler doğru verilmeli, aileler tarafından da özenle uygulanmalıdır. Lifli besinlerin arttırılması, bol sıvı almaları çok önemlidir.

Mide-bağırsak sisteminin fonksiyonel hastalıklarında da iştahsızlık görülür. Bu grupta midenin sindirim için gerekli hareketliliğinde sorun vardır. Özel bir yöntemle kolayca ortaya konup, teşhis edilebilir. Bir kısmında mide boşalması da gecikir. Çocuk acıkmaz. Gün boyu acıktığını söylemez. Buna rağmen bir-kaç lokmadan sonra doyduğunu söyler. Çabuk doyar. Yemekelerden sonra şişkinlik, geğirme sık görülür. Ağız kokusu da olabilir. Midenin elektrosu çekilerek teşhis edilebilir. Uygun tedavi ile sorun çözülebilir.

Konuşma Gelişim Tablosu

2 ile 3 Yaş Arası Normal Gelişim;



· “Ben – gel – al” gibi 2 – 3 kelimelik cümleler yapar.

· Örneğin “Ayı bebeği yatağa koy” gibi basit komutları takip eder.

· “Senin adın Ne?”, “Hangi top daha büyük?” gibi basit soruları cevaplar.

· “içine koy”, “üstüne koy”, “altına koy” gibi yerleşim detaylarını anlayarak oyuncağını koyabilir.

· Örneğin, “Yemeğimizi neyle yiyeceğiz?” sorusu karşısında “çatal” gibi cevaplarla, cisimleri adlandırabilirler.



Gelişimi yavaş mı?;



· Çocuğunuz konuşmaya çalıştığında beceremeyip, bunalıyor mu?

· Çocuğunuzun konuşmasını anlamakta güçlük çekiyor musunuz?

· Çocuğunuz iki kelimelik cümle yapamıyor mu?



3 İle 4 Yaş Arası Normal Gelişim;





· Çocuk; “kitabını kapat ve bana ver” gibi birbiriyle ilgili iki komutu takip edebilir.

· Kendi adını ve soyadını söyler.

· Örneğin “tavşan nereye gitti?” gibi resimli bir kitapla ilgili soruları anlar.

· “Aç (yada üşüyor) olduğunda ne yaparsın?” türünden sorular karşısında cevaplar verebilir.

· “İki çocuk top oynadılar” gibi kısa bir olayı aktarabilir.

· Cümleleri genelde 3 – 4 kelimelik uzunluktadır.

· “Bunu bana tamir et” gibi isteklerini belirtebilir.

· Sık sık, “ne”, “niçin”, “nerede” soruları sorar.



Gelişimi yavaş mı? ;



· Çocuğunuzun konuşmasını anlamak zor mu?

· Çocuğunuzun konuşma yetenekleri yaş gurubu için belirtilen seviyede değil mi?



4 İle 5 Yaş Arası Normal Gelişim;



· “Boya kalemlerini al getir, bir resim yap, arkadasına ver” gibi birbirine bağlı 3 komutu takip edebilir.

· “R” gibi çocuklar tarafından söylenmesi zor bir kaç harfin telafuzu dışında, harfleri doğru sesleriyle kullanır.

· “Uykusuz (susuz) olduğunda neler yaparsın?” yada “Dizini yaralarsan ne yapmalısın?” gibi çözüm bekleyen soruları cevaplandırabilir.

· Olaylar ve cisimleri tanımlayabilir.

· Sorulduğunda cisimlerin “altı”, “üstü” gibi taraflarını ve bir çok rengi gösterebilir.

· Basit kelimelerin anlamı sorulduğunda cevaplandırabilir.



Gelişimi yavaş mı? ;



· Cümleleri bütün mü?

· Kekeliyor mu?

· Verdiğiniz komutları takip etmekte zorlanıyor mu?



NOT; Gelişimin yavaşlığına karar vermeniz için tüm şıkları değerlendirmeniz, ve şüpheleriniz varsa bir “konuşma uzmanına” danışmanız gerekir.

27 Ağustos 2009 Perşembe

Çocuğunuzun Memeden Kesilmesi

Bebeğinizi ne kadar emzireceğinize karar verirken, birçok kişisel faktörle birlikte bazı bilimsel verileri de göz önünde bulundurmak isteyebilirsiniz.

Bilimsel Veriler: Bilim insanları, bebeğin 6. ayının sonuna doğru artık anne sütünün protein, çinko, bakır, potasyum içeriğinin yeterli olmadığını belirtiyorlar. Bebek 6. ayında artık ek besin maddelerine ihtiyaç duyar. Halen bebeğini emziren anneler emzirmekten zevk alabilirler, fakat şu unutulmamalıdır ki artık anne sütü bebek için ana besin kaynağı olmaya yetmemektedir. Bebeğin eksiksiz beslenmesi için anne emzirmeye devam ediyor olsa bile, ek besinlerin bebeğe denetilmesi gerekmektedir.

Sizin hisleriniz: Emzirmeyle ilgili olumlu hisleriniz azalırsa, bebeğiniz bunu hemen anlayacaktır ve bunu kendisinin reddedilmesi ya da istenmemesi gibi algılayabilir. Dolayısıyla memeden kesme uygun olacaktır.

Bebeğin hisleri: Bazı bebekler kendiliklerinden emmeyi bırakırlar. Emzirme sıradında huzursuz hareketleri ile bunu gösterirler. Artık gıda almanın farklı yollarına hazır olduklarını gösterirler. Dikkatli olmalısınız, zira bebeğin bu tip işaretlerini yanlış yorumlayabilirsiniz.

Sizin sağlığınız: Eğer kendinizi sürekli bitkin hissediyorsanız ve bunu emzirmenin fiziksel-duygusal gereksinimlerinden başka bir şey açıklayamıyorsa, doktorunuza başvurup memeden kesmeyi danışmalısınız.

Bebeğinizin sağlığı: Bazen bebeğiniz büyüdükçe sütünüz ona az gelmeye başayabilir. Eğer bebeğiniz yeterince kilo alamıyorsa, huzursuz ve rahatsız görünüyorsa ya da büyüme eksikliğine dair göstergeleri veriyorsa, sütünüz onun tüm besin ihtiyaçlarını karşılamıyor olabilir. Destek olarak katı gıda ya da mama düşünebilirsiniz. Memeden kesilen çocuk, çoğunlukla emzirilirken hiç ilgi göstermediği gıdalara karşı ani bir ilgi duyar ve yeniden gelişmeye başlar.

Anne sütü kesildiğinde, çocuk büyüme sütleri ile bebeğinizin gelişimini ve bağışıklık sistemini destekleyebilirsiniz. Bebeğinizin bağışıklık sistemi ve gelişimi hakkında hazırladığımız Bağışıklık Animasyonu'nu buradan izleyebilirsiniz.


Bebeğinizi Memeden Kesmek


Memeden kesme temel olarak iki ana devreden oluşur:


Devre 1 Bebeği memeniz dışında bir kaynaktan süt veya mama almaya alıştırmak: Memeden emen bir çocuğu şişeye alıştırmak zaman alacaktır. Dolayısıyla tamamen sütten kesmeyi planladığınız günden çok önce çalışmalara başlamalısınız. Eğer önceden bebeği bardak ya da biberon ile tanıştırmadıysanız, memeden kesme çok daha yavaş ve zor olabilir. Bazı durumlarda bir emzirmeyi atlayıp bebeği aç bırakmanız gerekebilir. Bu işlemi üç-dört kez tekrarlarsınız ve sadece alternatif olarak seçtiğiniz beslenme türünü bebeğe sunarsınız. İnatçı bebekler başlangıçta değişimi kabul etmeyebilir, fakat tüm bebekler sonunda alışır.

Devre 2 Emzirmeyi azaltmak: Tiryakilerin bağımlılıklarını bırakmasında birdenbire bırakmak iyi bir yoldur. Fakat bebeğin memeyi bırakması aniden olmamalıdır. Eğer memeden kesme çok ani olursa bu bebek için çok travmatik, anne için de problemli olur (örn: sızıntı, memelerde şişme, süt kanallarında tıkanma ve enfeksiyonlar görülebilir). Hedeflediğiniz kesin memeden kesme tarihinden en az birkaç hafta önce bu işe yavaş yavaş başlayın. Eğer çocuğun hayatında önemli bir değişiklik olacaksa bu süreci biraz erteleyin. Örneğin taşınmak, annenin işe başlaması ya da bakıcının değişmesi gibi.

Bebekler Ne Zaman Yürür?

Bebeğin yürüme zamanını belirleyen en önemli faktör genetiktir. Bebek çoğunlukla anne veya babasının yürüdüğü zamanda yürüyecektir.

Etkili olan diğer faktörler:

Bebeğin aşırı kilolu olup olmaması ( bu durumda biraz daha geç yürüyecektir)
Hevesli, maceracı bir kişiliği olup olmaması
Ne kadar iyi emeklediği ( genellikle çok iyi emeleyen bebekler daha geç yürürler
Geçirdiği hastalıklar ( tam ilk adımların atmaya çalışırken hastalanan bebek bir süre çalışmalarına ara verebilir )
Geçirdiği kötü tecrübeler ( yürümeye çalışırken kötü bir düşme yaşarsa, bir süre duraklama yaşayabilir )
Bu faktörlerin etkilerini de göz önüne alarak çoğu bebeğin 12-15 ay arası yürümeye başladığını söyleyebiliriz. Ancak 9 ayda yürüyenler olduğu gibi, tamamen sağlıklı olmasına karşın 18 ayda henüz kendi başına yürüyemeyen bebekler de vardır. Akranlarının koşmaya başladığını görüp beklemek anne babalar için biraz endişe verici olsa da, bebeğin gelişimi normalse, doktorunuz bir sorun olmadığını söylüyorsa sorun yoktur. Siizin tek yapabileceğiniz, o hazır olana dek beklemektir. Bu doğal süreci hızlandırmak için yapabileceğiniz birşey yoktur.

:: 14 AYLIK BEBEĞİNİZİN DAVRANIŞLARI ::

Bebeklerin bir kısmı 15. aya kadar yürümeye başlamasa da bebeğiniz büyük ihtimalle artık kendi kendine yürümeye başlamış ve hareketlenmiştir. Objeleri keşfetme davranışı belirginleşir çünkü artık hareketlenmenin yanında uzanma, yakalama ve bırakma artık hemen hemen tam olarak gelişmiştir. Bebeğiniz bu ayda ebeveynlerini ve kendinden büyük çocukları taklit etmeye başlar.

Bu ay başlayan yeni gelişme: Ne istediğimi biliyorum!
14. ay inatçılık dönemidir. Bir anda ne yapmak istediği, ne yemek istediği, nereye gitmek istediği ve hatta belki de ne giymek istediği (mont giymek veya şapka takmayı reddetmek gibi) konusunda ısrarcı olmaya başlayabilir. Tabii ki sizin onun kesinlikle yapmamasını istediğiniz şeyler onun en çok yapmak istediği şeyler olacaktır. Henüz yapmayı beceremese bile bardağına süt doldurmak, ayakkabılarını giymek gibi şeyleri kendisi yapmak isteyecektir.

Ne yapabilirsiniz?
Eğer çok fazla “hayır” dediğinizi düşünüyorsanız evinizi ya da en azından bir kısmını çocuğunuzun güvenle dolaşıp istediği araştırmayı yapabileceği bir yer haline getirebilirsiniz. Onun için içi oyuncaklarla ve yastıklarla dolu bir oyun odası hazırlayabilirsiniz. Yerde birkaç plastik top bulundurabilirsiniz. Topun peşinden koşmak ve topa vurmaya çalışmak onun için büyük bir egzersiz ve eğlence olacaktır. Çocuğunuzun ulaşabileceği sehpalardan ve raflardan kırılabilecek objeleri kaldırabilirsiniz. Köşesi sivri masa ve sehpaların ya köşelerini sünger gibi yumuşak maddelerle kaplayabilir ya da en güvenlisi köşeleri sivri eşyaları ortadan kaldırabilirsiniz.

Etrafı kirletse bile kendi kendine yemek yemesine izin verin. Unutmayın oynamak ve keşfetmek çocukların dünyayı tanıması için önemlidir.

14 aylık bebeğiniz her şeye istemli olarak karşı gelmemektedir, sadece etrafına karşı son derece meraklıdır ve araştırma yaparken hiç kimsenin onu durdurmasını istemez.

Bebekler suya hayrandır, suyla oynamak sakinleştirici ve heyecan vericidir. Zaman zaman, örneğin siz yemek pişirirken, onun köpüklü su dolu plastik bir kapta yine plastik tabak ve bardakları yıkaması için izin verebilirsiniz. Tabii ki yerler su olacaktır, bunun için yere banyo perdesi benzeri plastik bir örtü serebilirsiniz.

Diğer gelişimi: Agresif davranışları ile nasıl baş edebilirsiniz?
Bu yaştaki çocuklar oldukça agresif olabilirler, oyun arkadaşlarına vurup onları ısırabilir ve canlarını yakabilirler. Bu davranış şekli bu yaşlardaki çocukların çoğunda vardır ancak karşısındaki çocuğa zarar vermek, canını yakmak amaçlı değildir. Eğer bu davranışın kötü niyetle yapılmadığını, bir engellenme yada hüsran sonucu olduğunu bilirseniz bu davranışla daha kolay başa çıkabilirsiniz. Bu davranış ya karşısındaki çocuktan aldığı reaksiyon ya da başka bir çocuğu taklit etmek amacıyla yapılmıştır. Karşısındaki çocuğun ağlamasını ya da bağırmasını seyretmek onun için eğlencelidir. Unutmayın 14 aylık bir çocuk diğer çocukların da hisleri olduğunu anlayamaz. Eğer oyun arkadaşının saçını çektiğinde arkadaşı bağırarak ağlamaya başlarsa muhtemelen durur ve karşısındakinin reaksiyonunu izler ve herhangi birşey hissetmez. Bebeğiniz için bu davranış birkaç ay önceki mama sandalyesinden aşağı cisimleri atıp nereye gittiklerini izlemek davranışı ile aynı şeydir. Bu yüzden bebeğiniz bir arkadaşı ile oynarken yakından izleyip gerektiğinde müdahale etmelisiniz. Aşırı tepki vermeden yumuşak ama kesin bir tavırla onu durdurup arkadaşına vurduğunda onun canını yaktığını söyleyebilirsiniz ve ilgisini başka bir yöne çekebilirsiniz.
Uzmanlar bu olayı sebep-sonuç ilişkisi olarak (şunu yaparsam şu olur) adlandırıyor ve şu anda sahip olduğumuz tüm deneme alışkanlıklarımızın altında yatan neden de budur.

Uzmanlar şiddet veya çocuğunuzu dövmek gibi bedensel cezaların disiplinde kesinlikle işe yaramadığında hemfikir. Bu yaşlardaki çocukları eğitmek sıklıkla ebeveynlerin kolaylıkla sinirlenmesine neden olabilir ancak siz ve çocuğunuz için sınırları çizecek başka yollar bulabilirsiniz. Maalesef her durumu çözebilecek tek bir disiplin formu yoktur. Çocuğunuz ilginizi çekmek için sizin hoşlanmadığınız bir davranışta bulunuyorsa aşırı tepki vermemeye çalışın. Bu tepkiyi verirseniz o ya da bu şekilde sizin ilginizi çekmiş olacaktır. Eğer çocuğunuza o sizinle ilgilenmezken sıklıkla ilgi gösterirseniz sizin ilginizi çekmek için o kadar çok ihtiyaç duymayacaktır.